2 Haziran 2012 Cumartesi

EZBERCiLiK ÜZERiNE


Felsefeyle Düşünmek
Ezber, bir sözü, bir yazıyı vb. hiçbir eksiği bulunmaksızın anımsamak ve akılda tutmak işidir. Ezber bilgide “ben”, dolayısıyla bireysellik yoktur. Zihin, bilgiyi bir sabit disk gibi yalnızca kopyalar. Sabit diskin kopyaladığının ne olduğunu bilmemesi gibi zihin de ezber bilgisini kavramaksızın saklar. Gündelik dilde bulduğumuz içinde “ezber” geçen deyimlerin çoğu olumsuz anlam taşır. Sözgelimi ezbere iş görmek, gerekli incelemeyi yapmadan iş yapmaktır. Ezbere konuşmak, gerçeği bilmeden, doğru mu yanlış mı diye araştırmadan bir şey üzerinde söz söylemektir. Dolayısıyla, dilsel bakımdan, halkın yılların deneyimiyle edindiği ortak kavrayışta ezber hoş karşılanmaz.
Ezberciliğin toplumsal olarak yaygın olmasının öne çıkan nedenlerden birisi eğitim sistemidir. ilköğretim çağlarından yüksek öğretime kadar, öğretim anlayışı kavramaya değil; akılda tutmaya neden olur. Okul öncesi çocuğun doğal eğilimleri olan soru sorma ve merak etme, okul öğretimi boyunca kırılır. Okul eğitimi soru sorulduğunda gerekli cevabı veren, bunun dışına çıkmayan otomat öğrenciler yetiştirmeye yöneliktir. Ezbere öğrenilen bilgi, yaratıcılığı kısıtlayan, kişiyi bir örnekte biçimleyen, bireysel yetilerin gelişmesini körelten, yaratıcılığı engelleyen bilgidir. Tarihte önemli işler yapmış birçok kimsenin erken yaşta okuldan ayrılarak kendi kendilerini yetirmiş olmaları, okul öğretiminden uzak kaldıkları sürece yaratıcılıklarının önünün açıldığının kanıtıdır.
Ezber bilgisi sürekliliği olan bir bilgi türü değildir. Gündemde olduğu sürece akılda durur, anılmaz olmaya başladığı anda silikleşir, bir zaman sonra yok olur. Ezber bilgide anlama yoktur; yalnızca biçimsel bir tekrar vardır. Ezberciliğin toplumsal kökenlerinden bir başkası geleneklerdir. Gelenekler, çoğu kez zamanın gereksinimlerine göre yorumlanmak yerine sorgusuz tekrarlanır. Onların içerikleri değil; biçimsel olarak yaşanmaları önemsenir. Bunların yanı sıra din eğitimi de ezberciliği körükler. Dinsel ifadelerde anlama olmayınca, okunulanın kişiyi etkileme gücü artar. Hafızlar, birkaç yıllık bir çalışmayla bir kelimesini bile anlamadan bir eseri başından sonuna kadar ezberleyebilir. Ne olduğunu bilmedikleri metinleri okuduklarında, hafızların hüşu içinde kendilerinden geçtikleri çok sık görülür.
Ezber bilgisinin zararı, onun kişide iğreti durmasıyla ilgilidir. Ezber bilgi yaşama yedirtilemeyen bilgidir. Bilgi, kişisel yaşama işlemiyor ve toplumsal yaşamdaki uzantısından yoksun ele alınıyorsa, kişi üzerinde yapıcı etkide bulunmaz. içselleştiği ölçüde yarar sağlar. Düşünme ve sorgulama olmaksızın ezbere öğrenilmiş bilgi yol göstermez.
Devrimci de toplumun bir parçası olduğuna göre; toplumda ezberciliğe neden olan etmenler onu da etkiler. Ancak kendi belirleyemediği koşullar içinde olması onun ezberci olmasını haklı çıkarır mı? Bir devrimci ezberci olamaz, ezber bozucu olmalıdır. Mantığın en temel ilkesi çekişmezlik ilkesidir. Buna göre bir şey hem kendisi hem değili olamaz. Devrimcilik ve ezbercilik bu bağlamda kapsamları gereği yan yana gelmeyecek iki kavramdır. Devrimci, deviren kimsedir. Dogmaları, yanlış fikirleri, gerici iktidarları sürekli devirmeye çalışır. Düşünceleri coşkun bir ırmak gibi sürekli akar. Ezberci ise durağandır. Ezber bilgide, bilgisi ele alınan üzerine derinlikli çözümleme yoktur. Ezberlenen bilgi mekaniktir. Geliştirilebilir bir bütün olmaktan öte, tekrara dayanır. Her durumu belirli bir kabulden hareketle açıklamaya kalkıştığı için yeni olanakları gözardı eder. Ezberde bir anlam varsa bile bu anlamı ortaya çıkaran koşulların değişip değişmediğine bakılmaz. Devrimci olağan düşünüşün dışına çıkar. Bitmek tükenmek bilmeyen bilme isteğiyle yanıp tutuşur. Geleneksel kalıpları, kuramları sentezleyip bir üst evreye taşımasını bilir. Ezberci kendisini ve ne olduğunu bilmediği bir temele yerleştirir; devrimci ise temellerini sorgulayarak kendi kurar.
Devrimcinin ezberci olarak nitelenmesinin bir nedeni, onun komünist ustaların ağzından, hesabını vermeksizin konuşmasıdır. Ustalar kendi kuramlarını gerçekleştirirken, taklit etmek ya da kopyalamak yerine her zaman özgün koşulları evrensel ilkeler doğrultusunda yorumlamışlardır. Kendilerinden önceki teorilere özsel olarak bağlı kalıp olayları teoriye uydurmak yerine, olaylardan yeni teoriler ortaya koymuşlardır. Bunu yaparken tekil olaylar içindeki genelliği, bu olaylar içinde neyin geçici neyin kalıcı olduğunu saptamışlardır. Böyle olduğu sürece teoriyle gerçeklik arasında sürekli bir karşılıklılık kurulur.
Devrimci, olaylara döngüsel bir tavır yerine evrimsel bir tavırla yaklaşmalıdır. Döngüsel tavır bilinenlerden yola çıkarak olaylar çevresinde gezinir, hiçbir zaman olayların içine giremez. Döngüsel tavırda teorileri geliştirmek yerine varolan teori duruma yapıştırılır. Evrimsel tavır ise olayların içine girerek, onları yeni bağlantılardan yeniden kurar. Bir teoride yaratılmasına, hazırlanmasına katkıda bulunulmayan bilgiler alındığı zaman, teori ile yaşam arasında karşılık gelme sorunu ortaya çıkar. Öğrenilen, yaşanılan toplumun dilinden anlatılamıyor ve yorumlanamıyorsa etkin bir fikre dönüşmez.
Devrimciliğin ezbercilik ile yan yana gelemez olduğunu dile getirdik; ancak öte yandan devrimci söylemlerdeki ezberciliği reddetmek de olanaksız. Öyleyse bir arada olmaması gereken bu iki olgu nasıl bir arada olabiliyor? Hemen belirtilmeli ki “devrimci ezberci” kişinin iyi niyetinden kuşkumuz yok. O, gerçekten devrim davasına gönülden bağlı olabilir, bunun için bedeller ödemeye hazırdır, ödemiştir de. Ancak buradaki sorun, kökenlerine inmek yerine, akış halinde olan devrimci öğretinin belirli bir dönem belirli bir yerde ortaya çıkan öğretisini mutlaklaştırmaktır. Böylelikle, farkında olunmadan devrimci öğretilere zarar da verilir. Bu durum en tipik biçimde bir ustadan yapılan alıntının bütündeki anlamı gözden kaçırıldığında olur. Ustanın genel öğretisine göre alıntı yapılan bölümün anlamının değerlendirilmemesinin yanı sıra ilgili kısmın kendi içinde bile bağlantısı kaçırıldığında ortaya bambaşka anlamlar çıkar. Asıl sorun bu sanal anlam benimsendiğinde, dünyayı buraya sığdırmaya çalışırken yaşanır. Teori dünyayı karşılamadığından, ya dünyanın bir bölümü görmezlikten gelinir ya da olup biten kavranılamaz.
Ezbere konuşmak, yaşamdan kaçmak anlamına gelir. Bu farkında olunmayan bir kaçıştır. Ezber konuşan birine sorsanız, o yalnızca dünyayı açıklamaya çalışmaktadır. Oysa dünyayla yüzleşme cesaretini gösteremediğinin bilinmesi gerekir. Gerçekliğin göz ardı edilmesi gelişimi engeller. Çok yoğun entelektüel etkinliğin olduğu fakat düşünsel gelişim anlamında bir arpa boyu yol alınmayan skolâstik dönemde, hemen her tartışma gerçekliğe yüz çevrilerek kutsal metinler üzerinden yapıldı. Kutsal metinlerde her şeyi açıklayan hakikatlerin olduğu ileri sürülerek, ele alınan bir konu gerçekliğe gidilmeksizin havada uçuşan düşüncelerle yorumlandı. Bu skolâstik tavrın, devrimci de olması haklı görülemez. Devrimci yüzünü gerçekliğe dönmeden, varolan teoriyi geliştirmeden, tartışmaları yalnızca bağlamı çoğu zaman kaçırılmış alıntılar üzerinden yaptığında dogmatizme düşmesi kaçınılmaz olur. Dergilerde sayfalar dolusu yapılan teorik tartışmaların zemini, hayatın deneyleriyle ve sorunlarıyla bütünleşmeden, ustalardan yapılan alıntılar olsa neye yarar?
Yaşadığımız coğrafya ve tüm dünya hızla değişmekte, yılların biriktirdiği sorunların yanına her geçen günü yenileri eklenmekte. Hemen her şeyin amansız bir devinim içinde olduğu bir çağda kestirme konuşarak, beylik söylemlerin, sloganların arkasına sığınarak çağı yorumlamak, çağın dışında kalma sonucunu doğurur. Bütün ortaya konulmaya çalışılanların sonucu yeni dünyaya yeni teori gerektiği değil; var olan teorinin beslenerek doğru kullanılmasıdır.
ÖZGÜR DÜÜÜN SAYI-39

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder